
Bir süredir kendi kendime, bir kaç gündür de Aşk'a sokranıp duruyorum. Çünkü olduğunu sandığım yaratıcılığımı kaybettim, bulamıyorum. Kendimce olduğuna inandığım. Size yaratıcı gelmese bile belki de içimdeki sadeliğe rağmen çok yaratıcı bir şekilde ifade ediyorumdur kendimi. Kim bilir. Ben bilir. Eşeğimi kaybetmiş gibiyim durduk yerde. Bulursam sevineceğim hem de öyle böyle değil. Dertleniyorum elimde değil. Elimde şöyle bir makine olsa neler çekerdim ulan! diye kendi kendime atarlanıp hayaller kurduğum fotoğraf makinesi de şu an, tam şu an pis pis sırıtarak bana bakıp nanik yapıyor. Kendime getirsin diye gitarı çıkardım attım ortaya yok olmuyor, eskiden ahenkle tıngırdattığım parçaları unuttuğumu bir kez daha algılayınca iyice dellendim başıma ağrılar girdi kabıma sığamadım. Film izleyim diyorum, bu sefer kadrajları, olay örgülerini, kostümleri kıskanıyorum. Farklı animasyon videolarına denk geldim normalde severek izlediğim, belki garip gelecek ama yapan insanların hayal dünyalarını kıskandım, dayanamadım kapattım. Kıskançlıktan... Gerçekten.
Duruyorum böyle. Kedi "gibi" boş bir noktaya sabitleyip düşünüyorum aradığım ne, ne yaparsam hayal dünyamı geri buldum diye sevinirim diye... Sonra bir lazer ışığı tutuyor bilinmeyen, onun peşinde koşuyorum. Annemizin aldığı mamayı da sevmedik bu sefer zaten, tavuklu sevmiyoruz lütfen değiştirsin...
Twitter'a bakamıyorum, Socrates'in sözlerini dahi çekemez hale geldim. Deviantart'tan bahsetmeme gerek var mı? Bakarsam üzülüyorum. Gözlerime uyku girmiyor. Kafamda kurgusunu yaptığım onca fotoğraf nereye gitti bilmiyorum. Buraya birşeyler yazayım diye giriyorum. Yok! Kelimelerim kayıp. Cümlelerimin içinde kafalarına göre hareket ediyorlar, yüzmeyi öğrenmişler sanki.
Kitap okuyup beyindeki çarkları döndüreyim dedim, gidip Gogol'un Bir Delinin Hatıra Defteri'ni seçtim. Burun ve Palto öykülerini de okuyup gerçeküstü tarzıyla kendimi iyice yaratıcılıkSIZ hissettim.
Ama ben biliyorum. Bunların hepsi Fringe'le alakalı. Eskiden bilimkurguya bayılırdım, delirirdim, dellenirdim falan işte. İzlemeye başlayıp da saçma bulmaya başladım bir kaç yerini o an "dank" etti birşeyler. Saçma olması gerek zaten. Bunu bile unutmuşum. Höyt dedim kendine gel! Bilimkurguyu bile unutmuşsun. Dizide de Walter oğluna sürekli hayal dünyanı ne zaman kaybettin evlat diye laf sokup duruyor ondan etkilendim belki de. Sabahlara kadar dizi izlemeyi bırakmalıyım sanırım.
Bana gergin olduğumu söylüyor yakın çevrem. Evet açıklıyorum. Kendimde olduğunu düşündüğüm şeyi arıyorum bulamıyorum. Kendimi memnun edecek birşeyler üretemedikçe de içimde kazılara çıkıyorum. Artık mor olmayan saçlarımla beraber beyni üretemeyen boş bir "apachi" gibi hissediyorum kendimi.
Büyümeyi hayal gücünün zayıflamasıyla eşanlamlı tuttum şu yaşıma kadar. 22 yaşındayım ve "ben bile" bazı yapmak istediğim şeylere "bu yaştan sonra nasıl başlanır ki?" diye bakmaya başladım. Bitecek okulu, başlanacak işi, kurulacak büyük hayatları şimdiden ajandama işaretledim ve emekliliğime erteler oldum. Aynı şekilde büyüyüp hayallerini aslında güçlerini kaybeden, büyüdüğünü sanmış insanların benim gibiler için çizdikleri "klasik" hayat çizgisinde yalpalamadan yürümeye çalışırken, onlar gibi olurken sokranıyorum. Eğitim adı altında kendimi bile öğrenemeden boş beyine dönüşümümü kutluyorum sabit noktalara odaklanarak. Sıyrılıp güçlü çıkanların ürettiklerine imrenerek... Kimi kendi çıkıyor yokuşu, kiminin arkasından iten yardımcı eller var.
Üretememek varlığımı üzüyor. Kendimde farkedemediklerimi gösterip açığa çıkarmamda yardımcı olan "Aşk" ise zorlandığım yokuşlarda bütün yükümü üstleniyor bazen ve sıyrılanlardan olacağımı hatırlatıyor bu sokranış dönemlerimde en içten gülüşü ile, en içime işleyen...
Kısacası, yaratıcılığımı kaybettim! Hükümsüzdür.
(Yazı boyunca dinlenip klibi kıskanılan şarkı ise Travis'ten geliyor... Selfish Jean... http://www.youtube.com/watch?v=-vLopvgJpZU )